27 Haziran 2021 Pazar

NİYET HER ŞEYDİR!


Merhaba,

Bilenler bilir, niyet her şeyin özündeki tohumdur. Bu makalemiz de tam da niyete ve onu harekete geçiren etmenlere yönelik olacak.

Niyetin her şeyin özünü teşkil ettiğini anlattığım bu konuya niyet etmeden de başlamak olmaz diye düşündüm.

  • Niyet ediyorum ki bu yazı ve makalelerin yayınlandığı blog ve youtube mecraları tüm okuyan ve izleyenlere huzur, mutluluk, sağlık, değer katsın, şifa olsun!
  • Dilerim yaratılan bu mucizevi sistemi doğru anlamam ve aktarmam mümkün olsun.
  • Huzuru ve gelişimi yayabilmem için maksimum fayda vermem murat edilmiş olsun.
  • Kullanılan dil ve kelimelerin özü anlaşılsın, kalplere ışısın, yaşamlara nitelik katsın.
  • Dilerim ve niyet ederim ki birbirini farklılıklarıyla anlayan, kibirden, korkudan, düş kırıklıklarından, sevgisizlikten, gaddarlıktan arınmış bir yeni dünya düsturu yaratıp daha sağlıkla ve içtenlikle yaşamak mümkün olsun.
  • Çocuklarımız hakikatin anlaşılıp dürüstçe yaşandığı, sahici ve samimi bir dünyaya doğsun.  

Öyleyse olsun, hepsi de mümkün olsun inşallah!

Bir eylem, bir düşünce, bir söz en temelinde yatan niyetin safiyeti doğrultusunda yüce planca kusursuz işlem bulur. Tohumu zihin toprağına attığımızda o içindeki öz her ne ise ondan türetmek zorundadır çünkü. Tıpkı elma tohumundan armut meyvesinin türememesi gibi.

Birine yönelttiğimiz tırnak içinde ‘yanlış davranış’ bile niyet düzgün örgülenmişse er veya geç iyi bir sonuç doğurmak için yaşatılmıştır.

Mesela, her ne olursa olsun zarar vermemek ve maksimum fayda vermek gibi bir niyetiniz olmuş olsun, istemeden de bir hata işlemiş olduğunuzu var sayalım; o vakit inanın ki o sıkıntı kimseye zarar vermeden, herkese öğreteceği her neyse öğretip gidiyor! Diğer muhatapları da niyetleri ölçüsünde gereken dersleri görüyor. Zarar vermedikten sonraki bu noktada niyetin ikinci önermesi devreye girmiş oluyor. Şöyle ki o olumsuz öğretiden öyle bir ders çıkarılabilir ki o ders ilerideki daha büyük bir sıkıntıyı önlemeye ya da fark etmeye ilham olur veya hazırlayıcı faktör olur. Yani istemeden bir hata dahi işleseniz  fayda vermiş  olursunuz. Defaten örneklerine şahit oldum bizzat.

An’da çok şeyler olur. Niyet ediyorum ki her an şimdilerimizi en kıvamında oluşturmaya değer fikirleri seçerken kendimizi bulalım.

Yıllar evvel bir makalemi yazarken şunlar ilham edilmiş:

İçinizden geçen şeylere dikkat edin, ne kadar birleştirici?

Ağzınızdan otomatik olarak dökülenlere dikkat edin, ne kadar besleyici?

Uyguladığınız eylemlere dikkat edin ne kadar sevgi içeriyor?

Biz niyetimizle harekete geçer söz söyler, eylemde bulunuruz. Niyet bizi harekete geçiren etmendir de aynı zamanda. Bu içinde bulunduğumuz Matrix düzende bize bizim potansiyelimizi ortaya çıkarmamız için özgün bir hareket alanı ve oyun yaratılmıştır. Oysa biz yazık ki hakiki bizi keşfetmeye niyet dahi edemeden bu oyundan diskalifiye oluyoruz genellikle. Bir diğer serüvene ya da oyun diliyle levıla atlamak için kendimizi tanımalı ve bütüne hizmet edip bizi sevinçli kılacak özgün alanı iyi anlamalıyız.  Çevremizde inanılmaz bilgi kirliliği var; bunları ayıklamalı ve özümüzü yansıtacak olanlarla yola devam etmeliyiz.

Bu dünya bir oyun alanı doğru. Peki nasıl bir oyun alanı? 

Her anı dikkatlice yaşamamız gereken bir oyun alanı. Kendin dahil kimseye zarar veremezsin. Düşüncelerine, sözlerine, eylemlerine dikkat etmen gerek! 

Kurallar ne? 

  • Temiz kalacaksın! 
  • Özün ve sözün bir olacak!
  • Potansiyelini keşfe çıkacak kadar serüvenci ve cesur olacaksın! Merak etme kervan yolda düzülür! İhtiyaç duyduğun her şey ihtiyaç anında verilir!
  • Güveneceksin. İlham ve yardım daima gelir!

Niyetin deneyimleri ve işaretleri bütünün hayrını gözeterek okuyup örnek olacak şekilde uygulamak olacak!

Yoksa ne olur? Yüzeydeki adalara yüzersin ama asla suyun altındaki muhteşemlikleri göremezsin. İnci, mercan kayalıklarını hissedemezsin! Game Over! Oyun Biter! 

Niyet Her Şeydir! Ufkunun geniş olmasına niyet et! Huzuru içinde bulmaya niyet et! Hakiki zenginliğe ulaş ve onu paylaş! Korkma! Bu tip zenginlik asla bitmez, bilakis çoğalır! Senden başlayarak herkese bir biçimde fayda vermeye, bilinç adına hizmet etmeye niyet et!

Her ne iş yapıyorsan sevgiyle yap, içindeki ve işindeki güzelliklere, ideallere adalete ve sevgiye odaklan!

İçindeki o bilinmez yola koyul!

Serüvenci ol, deneyimlere açık ol ama kendin dahil kimseye zarar gelmesin diye niyetlen! O vakit uçurumun kenarından bile çekilip alınır, yoluna devam edersin. Emin Ol!

O niyetleri senden evvel bilen ve seninle bunların anlaşmasını sen gelmeden yapan var. O'na güven! 

Kendini sev! Sen seni bencillikten uzak bir biçimde sevdiğinde tüm hücrelerin buna olumlu cevap sunacak! Biliyorum. Yaşadım. 

Hata yapmaktan korkma, oyun alanını anlamaya çalışan serüvenciler hatalarını severler! Yeter ki zarar vermemek için öz bir niyetin olsun samimice gönlünde.

Hatadan sonra kalan canlarını daha dikkatle kullan. Alman gereken dersi alırsan ek canlar bile verilecek sana. Emin Ol!

Yüksek bir İrade var, sen onun sistemini anlamaya niyet edip harekete geçersen o da seni ihya eder!

Güvenirsen kapıları açar!

Yaşa ve Gör!

Bu niyet konusuna bir tadımcık yaklaşımdı. Devamı olacak gibi hissediyorum. 

Günümüz ömrümüz bereketli; sevdamız bütün için kıymetli olsun!

Elif Dila Kömürgöz

26-27 Haziran 2021 

26 Haziran 2021 Cumartesi

'ŞUUR AŞISI' Video Makalesi


Nitelikli Hayat Kanalının en son videosu yayımda,

Alt yazı fonksiyonu devreye girmiştir. 

Abone olup bildirimleri açarsanız seviniriz.




 

21 Haziran 2021 Pazartesi

ŞUUR AŞISI

 

Merhaba,

Dün, uzun zamandır görüşmediğim, şehir dışında yaşayan kuzenim bizi ziyarete gelmişti. Sohbetimiz sırasında dünyanın şu son durumu göz önüne alındığında hepimize bir idrak takviyesi gerekeceğinden dem vurduk. Bir nevi şuur aşısı gibi yani deyince, bendeniz hemen atlayıp ablama bunun düşünülmeye değer harika bir konu başlığı olacağını söyledim. Dünden beri de üzerine düşünüyor, önüme çıkan bilgilere de bu sorunun  cevabı olabilir ekseninden bakıyorum.  Bilirsiniz ilham boş yere gelmez. Geldiğine göre, içini doldurmaya niyet ettiğimizde düşünsel düzlemde de somutlaşır fikirler.

Az evvel, 2007’den beri kitaplarını okuduğum ve takibinde olduğum sevgili buRak özDEMİR’in sayfasında tam da inci tanesi gibi, uzun uzun düşünülüp işlenmiş bir podcast yayını dinledim.

Onun da rızasıyla özetinin özetinin özetinin özetini sunma gayreti içinde, kendi ilhamımı da katarak bir anlatı yoluna çıkmak istiyorum. Bakalım, niyetimiz salih olduğuna göre, herhalde yol da bizi hayırlarla bezeli bir limana taşıyacak.

En başında bildirdiğim gibi biz bu mecrada felaket tellallığı yapmayacağız. Bunu yinelemek istedim zira hayat bu görevi fazlasıyla yapıyor.

Bu platformda siyasi alana ya da dini alanlara da çokça girmeye niyetimiz yok. Bunlar insanları kaygan ve buzlu bir zemine iten sosyal alanlar. Herkesin inancı ve siyasi görüşü kendisini bağlar. Toplumu iyileştirmek amacıyla verilen aktif siyasi mücadeleye de saygım var. Bunun yanısıra tüm dinler, insanların beynini bloke eden kanaat önderlerince genelde manüplasyon aracı edildiğinden dolayı, ağzımın da payını aldığım için, o alana özel göndermeler yapmıyorum. Size de tavsiyem çok uyanık olmanız yönünde.  

Din, dil, ırk, mezhep, fraksiyon, izm gibi farkları bir yana bırakırsak hepimiz hemen hemen aynı şeylere sevinip aynı şeylerden korkan varlıklarız. Temelde ayrımız gayrımız yok. Üç aşağı beş yukarı imkânlarımız ölçütünde yaşama akan veya kısıtlanan bireyleriz. Bu raydan çıkmış düzen, medya ile ve çeşitli otoritelerin düşünce yapılarıyla bizi manüple etse de hatta bazımızı çıldırma noktasına getirse de içimizde bir yerlerde farklılıklarımızla sevilmeyi dört gözle bekleyen saf bir çocuk var.

Yani yin ve yang felsefesince bakarsak her ‘iyinin’ içinde bir nebze karanlık taraf; her ‘kötü’ insanın içinde de bir nebze aydınlık taraf bulunuyor. Yaratıcı herkesi kendi idrakleri ölçüsünde, öyle veya böyle; az ya da çok sarmış sarmalamış durumda.

Mesele şu ki; biz bize söylenen hangi sözlere kandık, hangi kodları gerçek sanarak büyütüldük, neleri fark ettik, hangi travmalara maruz kaldık, ne derece kendimizi öz’e adapte ettik, ne kadar şifalandık veya ne kadar geliştik?

Yani doyumlu, sonsuz huzurlu ve sımsıcak bir ömür için içimizdeki beyaz köpeği mi yoksa kısa vadeli, zirve hazlar ve anlık çıkarlar için siyah köpeği mi besledik?

Yalnızlıktan korkanımız bilse ki aslında hiç yalnız kalmadı!

Kınanmaktan kaçanımız, bilse ki kendisi kadar kimse onu kınamadı!

Aşktan ürkenimiz bilse ki o özü tarafından hep sevildi, el üstünde tutuldu!

Korkular bir bir sevgiye dönüştüğünde yepyeni bir şuur kapısının açılacağını, deneme aşamasını binyıllar evvel geçen, enfes bir idrak aşışının tutacağını bilsek artık.

Tüm bunların yanı sıra; bu içinde bulunulan korku verici şartları Yaratıcı Zeka bilmez olur mu sizce?

Deli sorular dolanıyor zihinlerde!

O’nun bilgisi dahilinde olmamış olması mümkün mü tüm bunların?

Bizi, seçimlerimizde sınav gereği serbest bırakmış da olsa, formatımızı da bildiğinden neyi seçeceğimizi ön görmüyor muydu sanıyoruz?

Peki, bu kurulan satranç tahtasıyla bizden ne isteniyor olabilir?

Salgın ve sonrasında olabilecek şeylere karşın nasıl bir tavrımız olmalı?

Salgının kurucu piyonları hangi millet ve kişiler, ya da güç odakları olursa olsun bizim bu durumla barışmadan ve onu kabullenmeden çözüm bulabilme şansımız var mı?

Büyük bir biyolojik, psikolojik ve ekonomik savaştaki ilk mermiydi bu salgın. İnsan bilmediğinden korkar canlarım.

Biz nerede durmalıyız?

Şuurumuza, korkuya karşı savaşan o mükemmel sevgi aşısını kaç doz almalıyız?

Biz eski kibirli kalıplar yıkılmadan, bu musibetlerden çıkış sağlayabilir miyiz sizce?

Bizi bu tüketici kibrimizle, bu korkuya inanmış hâlimizle üzerinde yaşadığımız Terra gezegeni daha ne kadar  ağırlayacak?

Korkunç şeyler de olsa tüm bu musibetlerin, felaketlerin içindeki hediyeye odaklanmamızı ne önleyebilir ki?

Salgının aşıları hakkında da tek doğru yok; kararlarımızı kendi şartlarımıza göre vereceğiz elbet!

Korkuyu yendiğimizde bağışıklığımızın hiç olmadığı kadar güçleneceğini biliyor muyuz?

Olumlu düşüncenin maske, mesafe ve hijyene ek olarak müthiş bir bağışıklık yükseltici olduğunu hissediyor, adeta içsel olarak biliyorum. Elbette yine de tedbiri elden bırakmamak gerekir.

Öncelikle gücü ve tarihi kadim yıllara dayanan ve idrak takviyesi yapan şuur açıcı o ‘Öz’e Güven Aşı’sını edinmek gerek!

Motivasyon gücümüzü bulmalı ve hayalimizi sağlıklı yaşanan, sevgi dolu o yüce bilincin hüküm sürdüğü kudretli bir bilgelikle yönetilen, yeni yaşam düzenine odaklamalıyız?

Bunu en çok da çocuklarımız için yapmalıyız! Onlar bizden zeki, yetenekli ve kuvvetli ama yine de rehberliğimize ihtiyaçları var!

buRAK özDEMİR yayınında şunu bildiriyor; bir dünyanın sisteminin sonunu, çocuklarına imkan ve yer açmamasından ve tüketmeye alışmış, kibirli yaşlıların daha uzun yıllar tüketime ve sonsuzluğa şartlanmalarından anlarız. Kelime kelime böyle değil ama bu minvalde bir şey söylüyor.

Haklı! Değişim zamanı geldi. Yaşı kaç olursa olsun, gönlüne güvenen yani öz’ünün yaptığı o şuur aşısını almaya niyet eden herkes aslında gençtir. Aynı şekilde yaşı kaç olursa olsun, Yaratıcı ile ve Öz’üyle bağlantısını sağlam kuramamış olan, kendini yalnız, bitap, üzgün ve sevgisiz sanan, öyle hisseden herkes, eski düzene bağlı yıkık ve yaşlıdır! 

Değişim zamanı demiştik ya yeryüzü can çekişiyor! Görmüyor muyuz!

Gönül insanları güzel ve yüksek bir amaç için bir araya şimdi gelmeyecek de ne zaman gelecek?

Suni teneffüs zamanı! Doğa için minimal ve sade yaşama geçme zamanı!

Zihinsel, ruhsal ve bedensel alanlarda doğru beslenip, her tür güçlüğe karşı dimdik ayakta durma zamanı!

Korkmayalım, satrançta illa ki mânen güçlü olan şah ve mat diyecek, son gülen iyi gülecek, buna güvenelim; yaratılanı sevelim, egomuzu bir bir terbiye edelim ve böylelikle şuur aşımızı olalım…

Niyetimizi sağlam koyalım ve en azından çocuklarımız için bir güzellik yapmadan buralardan gitmeyelim. Ola ki gidersek de niyetimiz sağlam olduğundan denediğimiz için pişman olmamış oluruz.

Günümüz, ömrümüz bereketli; sevdamız 'Bütün' için kıymetli olsun!

Elif Dila Kömürgöz - 21/06/2021- Pazartesi- 


 

 

 

 

'KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET' Video Makalesi

 

Merhaba,

Dün (20/06/2021) sabah itibariyle yayımladığımız videomuz aşağıdadır. 

Alt yazı fonksiyonu devreye girmiştir. 

Abone olup bildirimleri açarsanız seviniriz.



16 Haziran 2021 Çarşamba

'GERÇEK ZENGİNLİK, HAKİKİ İTİBAR!' Video Makalesi

Nitelikli Hayat Kanalının en son videosu yayımda,

Alt yazı fonksiyonu devreye girmiştir. 

Abone olup bildirimleri açarsanız seviniriz.



KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET

 

Merhaba,

Bu makalemizin konusu ilk kez sosyolog Robert Merton tarafından tanımlanan 'Kendini Gerçekleştiren Kehanet' fenomenine ilişkin.

Kuantum fizik ve evrensel yasalar tanımlanmaya ve daha çok kişi tarafından deneyimlenmeye başladığından beri kendisinden çokça söz edilen bu fenomen, bizim kendimize ve çevremizin bize bakışına göre şekil alan hadiselerin o bakış ekseninde tutarlı olmasını anlatır.

Örneğin uyandığımızda günün nasıl geçeceğini kendimize hangi kelimelerle kodlarsak günümüz öyle geçiyor. Düşüncelerimizi tersliklere odaklarsak, terslikler peş peşe geliyor. Sonra da ‘ben demiştim’ diyoruz. Ya da ‘ben sinirli biriyim’ kodlamasını kendimize yaptığımızda sinirli olacak durumları, sırf kendimize ters düşmemek için yaşamımıza çekmeye başlıyoruz.

En çetrefilli olanı da özellikle doğum öncesinden ilk yıllarımızı kapsayacak şekilde bize yaftalanan etiketler. Onları büyüklerimizden, inandığımız ve önemsediğimiz kişilerden duymuşsak illa ki gerçek belliyor ona göre kendimizi yapılandırıyoruz.

Sade bir dille söylemek gerekirse düşünce hareketlidir ve çekim alanı kuvvetlidir.

Robert Merton bunu ‘Olay ve koşulların yanlış değerlendirilmesinden kaynaklanan yeni davranışlar, yanlışın gerçekleşmesine neden olur diye açıklıyor.

Bu meşhur önermelerin iyisi de gergini de mevcut. Örnek gerekirse ‘sen bir şeye yaramazsın, beceriksizsin’ den başlayıp hakaretâmiz sözlere varana ya da 'Aslansın, Kaplansın'dan başlayıp Kanatsız Melek'e dek geniş bir skalada yaralayıcı ya da fazla uçurucu kelimeler zihin göğümüzde dolaşıyor. İnsan alışık olduğuna inanıyor, inandığını benimsiyor, benimsediğini kaderine uyarlıyor.

Gandhi üstadın bununla ilgili o meşhur deyişini çoğunuz bilirsiniz.

şüncelerine dikkat et, sözlerin olur;

Sözlerine dikkat et, davranışların olur;

Davranışlarına dikkat et, alışkanlıkların olur;

Alışkanlıklarına dikkat et, kaderin olur.

Kendimizi henüz bulmamışken, deneme yanılmalarla hayatı okumaya, anlamlandırmaya çalışırken yaptığımız ilk hatalar, bu yaftalarla kalıcı oluveriyor. Hele bir de onları biz sahiplenirsek, daha da  vahim! O kehanet sözcüklerinin en acımasızını bile hayatımız pahasına benimseyip koruyor, zamanla iftiralara dönüşen bir dedikodu yumağına giriyor ve çevremiz bizi nasıl etiketlediyse akıllarda öyle nam salıyoruz.

Ha o mu? O zaten şöyle biri, hiç şaşırmadım nidaları başlıyor.

E o etiketin muhatabı da diyor ki 'bir kez adım çıktı kansıza, hırsıza fazladan bir günahtan ne çıkar!' Aynen toplumun yaftaladığı gibi devam ediyor eylemlerine…

Oysa kendini toplasa, Yaradanı'na samimi özürlerini dile getirse, gıyaplarında da olsa tüm incittikleriyle manevi hesaplarını kapasa, olumsuz bağlarını koparsa inanın ki samimiyeti oranında temizlenecek.

Ama Hayır! Toplum çürüme içinde ve etkin güçler medya aracılığıyla birey bazında bu çürüme kehanetini yürürlüğe koyuyor.

Çekim yasası düşündüğün, güvenle beklediğin, hayal edip gözünde canlandırdığın her şeyi evrensel bir yasa olarak hayata geçirmekle görevli. Tıpkı yerçekimi yasası nasıl elifi elifine çalışıyorsa bu da aynı titizlikte çalışıyor.

Biz de ‘ben demiştim’ deyip gerçekleşen şeylere kâhin edasıyla ahkâm kesiyoruz.

Tüm bunları psikoloji ilminde deneylerle de ispat etmişler. Robert Rosenthal ve Lenore Jacobsen yaptıkları araştırmada öğrencilerin başarılarına yetenek ve zekadan dahi daha etkin bir güdüleyici güç fark etmişler: öğretmenin beklentisi!

Bu deneyde öğretmenlere denek gruplardaki öğrencilerin çok zeki olmadıkları halde öyle olduğu bilgisi verildiğinde, öğretmenin beklentisi ve davranışı ölçütünde öğrencilerin de kendi kapasitelerini aştığını görüyoruz.

Araştırmaya göre; başkalarından belli davranışlar beklendiğinde bunların gerçekleşmesi sağlanacak şekilde davranılıyor.

Eğer mutsuz, yıpranmış, dalgalı bir ömrü, eski kayıt ve zanlara göre yaşadığınızı bilseydiniz, temelden bunları yıkıp yepyeni ve huzurlu bir damar açmaya ve sevginin sağaltıcı gücüyle kendinizi ve çevrenizdekileri iyileştirmeye yeltenmez miydiniz?

Soru bu!

Cevap için de kâhin olmaya gerek yok!

Cesaret yeterli!

Kendini gerçekleştiren kehanet için umudum ise şöyle: 

  • kıymet bilen, 
  • sıhhatli düşünen ve yaşayan  insanların olduğu, 
  • hak ve adalete sıkı sıkıya sahip çıkılan, 
  • çevresel değerlerin ve emeğin kirletilip boşa harcanmadığı, 
  • ruh, beden ve zihin bazında üst bir bilinçle saf sevginin daim olduğu, doyumlu insanlarla mutlu bir dünya kurmak…

Bunun gibi platformlar çoğaldığında, insanlar kendi potansiyellerini geliştirip her yerde Olan'ı sevmeye ve benimsemeye başladığında, dertlerden medet ummalar bitip de güven dünyaya hakim olduğunda birlikten kudret doğsun, kelebek etkisi dünyamızı dolansın ve çocuklarımız sevinçle yaşanan, nitelikli bir dünyaya doğsun ! 

Öyleyse olsun! 

Mümkün olsun! 

İnşallah bu dilekler çoğalıp kabul olsun!

Günümüz ömrümüz bereketli; sevdamız ‘bütün’ için kıymetli olsun.

Elif Dila Kömürgöz

15/06/2021

Salı

14 Haziran 2021 Pazartesi

'İŞARETLERLE YAŞAMI OKUMAK' Video Makalesi

 Merhaba;

Yeni videomuz 13 Haziran'ın ilk saatleri yayımlandı. Videonun görsel aşamasında ilmek ilmek emeği olan ve görselleriyle anlamı kat be kat kuvvetlendiren Gökhan Kömürgöz'e gönülden teşekkürlerimi tekrar tekrar iletmek isterim. 

Emeğe saygı gereği kanalımızın devamı için beğenir, yorum yapar, paylaşırsanız da muazzam destek sağlamış olursunuz. 

Çok teşekkür ederiz.



GERÇEK ZENGİNLİK, HAKİKİ İTİBAR!

 

Youtube Kanalımızın adı Nitelikli Hayat. Nitelik, kalite kavramının eş anlamlısı elbette, fakat buradaki mânâsı biraz daha farklı! Kavramları hep beraber doğru belirleyelim ki hakiki niyetimiz de daha en başından kesinleşmiş olsun. Kanalımızın takipçileri neyi neden diyoruz en başından bilsin.

Nitelik bence klasik anlamda zenginliğin çağrıştırdığı bir kavramı ifade etmiyor. Yani nice ‘zengin’ ve 'olanak sahibi' insan biliyorum ki dışarıya yansıttığı şey gerçek anlamda yoksunluk.

Bununla ne mi demek istiyorum?

Bizler aslında kuantum anlamda saf sevgi içeren bir enerji ile yaratıldık. Kendimiz fark etsek de etmesek de  dışarıdakiler diye varsaydığımız, tırnak içinde ‘diğerleri’ dediğimiz ama aslında göbekten birbirimize bağlı olduğumuz herkes bizim yansıttığımız iç durumumuzu bir şekilde hisseder.

Biz, çocukluk arka fonumuzu anlayıp şifalandırabilmiş değilsek, bu kör noktaları kendimiz göremeyiz. Cüzdanımız kabarık diye saygınlık bekler, adımlarımızı kibirle atar, sağa sola bencilce emirler yağdırır, insanlardan bir kuru teşekkürü bile esirger ve asıl fukaralığımızı maskeleriz. Gerçek korkumuz içimizin dışarı yansıyacak olmasıdır. Çocukken göreceli duyularla yanlış kodlanan zihin, zamanla itibarlı sayılmak için  saraylar, köşler yaptıracak,  markalarla adam olmuş sandıracak, emir verme potansiyeliyle güce ve gücüne tapacak ve taptıracak bir tuhaf noktaya taşır bizi.

Oysa zenginlik ve nitelikli yaşamak ne parada, ne itibarda ne de güçtedir.

Gerçek zenginlik yastığa başını huzurla koymakla ilgili bir şeydir.

Çok basittir çok yalındır, çok dingin ve samimi bir şeydir!

Hakiki itibar sahibi Hazreti Süleyman gibi bir sarayda da otursa, bir barakada ya da Diyojen gibi bir fıçının içinde de yaşasa, dışarıya içindeki zenginliği ve herkese duyduğu saygıyı gösterendir.

Sen, o enerji alanına ve genlerinle taşıyacağın soyunun enerji alanına, korkuya dayalı bir itibar ve güç etkisi yollarsan bunun sırıtacağını ve bumerang etkisiyle sana er veya geç iade edileceğini hiçbir zaman unutmamalısın.

Bilindiği üzere 'Bumerang' özellikle Avustralya yerlileri, eski Mısırlılar, Avrupalılar ve Hindistan’ın bazı yörelerindeki kabileler tarafından silah olarak kullanılan yassı bir kesite sahip eğri bir sopadır. Bazıları düz olarak ilerlerken, bazıları ise havada bir dairevi yörünge çizerek tekrar geri gelirler. 

İşte düşünüp yansıttığımız düşüncelerimiz, sözcük ve davranışlarımız da aynen bize böyle geri gelirler.

Yani zihnimiz ne kadar ehil ve duruysa biz o kadar zenginiz. Şimdide kalıp yeni adımı ne kadar saf sevgi enerjisiyle adımlayabiliyorsak biz o kadar itibarlıyız. Hayatın ritmine ne kadar uyum sağlıyorsak o oranda dansa eşlik ediyoruzdur. Maneviyatı ve madde dünyayı ne derecek dengede tutabiliyorsak o oranda deneyim zirveleri ve hayal bile edemeyeceğimiz zenginlik kapıları her iki düzlemde de açılıyor demektir.

Biz kim olduğumuzu sorgulamaya ve amacımıza uygun yaşamaya başladığımızda, hangi işte çalışıyorsak çalışalım erdem üzere olur, kendimize ters düşmeden, dengeyle başarıları deneyimlemeye açık oluruz…

Başarı nedir?

Hem kendimizi hem çevremizi, hem sistemi okuyup eylemimizi, sorumluluğumuzu veya o anki mevcut işimizi doğru ve severek yaparken aldığımız anlık hazlardır.

Hele de o anlar kimseyi kırmamaya, nezakete, letafete, tebessüme ve tevazuya kapı açıyorsa o vakit tadına doyum olmaz.

Sözün özü, milyonlarca hatalar işledik belki, kibirle ana yoldan çıktık, uzaklaştık belki, reklamlarda ortaya konan zenginlik tanımını, itibar ve güç tanımını gerçek sandık belki ama artık kendimizi silkeleme vakti geldi.

Huzurla uyuduğun, sevinçle uyandığın, anda kalıp zihninin geçmiş zehirli otlarını temizlediğin bir yaşam için kendinden, özünden ve muhataplarından özürlerini dileyip tekrar formatlan…

İçindeki Öz çok zengin, ona kapıl

İçindeki Öz çok saygın, onu takip et!

‘İnsanlar kıyafetiyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlakıyla uğurlanır’ demiş hazreti Mevlana. Ye kürküm ye dönemi bitiyor, uyanışların peş peşe olacağı şafak vaktine erişildi. Gerçek zenginlik ve itibar için dışarıya yaydığın frekansı özününkine ayarlamazsan defolu ve uyumsuz bir elbisenin içinde olduğunu her geçen gün daha çok kişi anlayacak.

Üstelik o ayrık otları zihnindeyken dünyanın sahibi olsan da inan ki dünyanı kendine dar edeceksin.

Meraklan, farklı olandan korkma, seni senden iyi bilene kapıl artık.

Septik ol! İçine sor, bilgeleş!

Fark et! Gönlünle ak derinleş!

Hareketi hisset! Yaşamın ritmine uy ve dans et onunla!

Senin için zenginse, dengen yerindeyse, kırgınlığın, öfken dinmişse, bir ve bütünün lezzetini damağın hissetmişse, içinde görünmez bir sade saray vardır. Oradan çıkma herkesi orada ağırla! Gerçek saygınlık bununladır!

Kendinle beraber tüm yaradılanı seviyorsan, gerçekten kâinatın kendisini kucaklamışsındır. Her şeyin içindeki bilgeliği kavramaya adım atmışsındır.

Frekansını Yaratıcı ile aynı istasyona çevirmişsindir.

Hüzün ağırlamaz çehreni,

Aşk sızar hücrelerinden,

Nitelik kazanır hayatın

Uyanırsın geçmişin ve geleceğin kaybolmuşluğundan.

Hizalanırsın An’la

Şükrün dolanır semada.


Günümüz, ömrümüz bereketli, sevdamız bütün için kıymetli olsun!

Elif Dila Kömürgöz

12 Haziran 2021 - Cumartesi

 

 

 

 

 

9 Haziran 2021 Çarşamba

İŞARETLERLE YAŞAMI OKUMAK

Herkese merhaba,



Bugün sizlerle paylaşmak istediğim konu İşaretlerle Yaşamı Okumaya dair olacak.

Geçen makaleyi yazarken içimdeki ses beni sıklıkla işaret konusunu açmaya yönlendirmişti ancak daha evvel sevgili dostuma söz verdiğimden önceliği 'Benzersizlik' konusuna vermiştim.  

Şimdi sırası gelmişken işaretler benim için ne ifade ediyor açmak isterim.

Bildiğiniz üzere yaşam herkese göre farklı bir yol sunuyor. Kimisi geniş, kimisi dar; kimisi karanlık, kimisi aydınlatılmış, kimisi engebeli, kimisi dümdüz olan çeşit çeşit yollar.

Karanlıkta, dokunduğu yanıyla fili tanımlamaya çalışan o mesnevi hikâyesindekiler gibiyiz. Bu hikayede, ışık olmayan bir odada bulunan fili, el yordamı ile tanımaya, anlamaya çalışan insanlar anlatılmakta. Bu insanların tarifleri, filin dokundukları yerinden yola çıkarak yapıldığı için, birbirinden farklı olsa da, doğruluk içermektedir. Mesela filin ayağına dokunanın tarifi doğru fakat eksiktir; kulağa dokunanın tarifi de doğrudur ama o da fili tanımlamak konusunda yetersizdir. Bu kişiler fili kendi deneyimleri elverdiği ölçüde tanımlamaktadırlar. Onların sözlerinden, filin bütününü kendi deneyimlerinden ibaret sandıkları anlaşılmaktadır.  

İşte biz de tuttuğumuz yerinden bu yaşamı anlamlandırmaya yelteniyoruz.

Kimimiz dertlere, kimimiz şenliklere odaklanıyor, el yordamıyla o duyguyu bulup sarılıyor.

Kimimiz, o kendine özgü yolunda zayıf olduğu, kimimiz güçlü olduğu varsayımını işliyor.

Ama ihtilafsız herkes anne karnından itibaren ilk yedi yıla dek ne hissedip, algılıyorsa, neyi kodlayıp etiketliyorsa ve çevreden nasıl tepkiler görmüşse bilinçlenene dek onu yaşamında buluyor. 

Yıllar geçtikçe bu etiketlerin, yargıların hatırı sayılır orandaki payının, hiç de objektif olmayan beş duyunun eseri olduğunun ve duyguların etkisiyle yanlış örgülenmiş olduğunun idraki başlıyor. O kodlamaları da miras aldık, doğru sandık ve defaten yaralanıp berelendik.   Tekrar ededuran sıkıntılar, atalardan miras zihinsel ve genetik rahatsızlıklar, ilişki, sağlık, finans veya cesaret alanlarındaki yıpratıcı döngüler ve sınavlar belimizi büktüğünde uyanış için saatimizin de zırıl zırıl çaldığını fark ediyoruz.

İşte bu sorunların da aslında büyük birer işaret olduğu âşikâr oluyor ve ‘Derdim bana derman imiş’ sözündeki hakikat devreye giriyor.

Bilhassa sorunlar ayyuka çıkınca ‘Gerçek Ne’ diye soruyor, sorguluyoruz. 

'Bunca tantana bunun için mi yaşanıyor?'

'Kimim Ben'

'Amacım Ne?'

Bu keskin soruları sorduktan sonra bir de güvenle bekleyebilsek muhakkak cevapları da geliyor! İşitmesek, görmesek de içimize öyle bir doğuyor ki, cevaptan kesinlikle emin oluyoruz!

Bir bakıyoruz ki biz gerçeği öğrenmeye bir kez niyet edip de adım attığımız anda, o anki durumumuzu anlamlandıran ve kolaylaştıran bir spot ışığı tam da sorunu çözercesine o noktaya düşüyor, bizi o anlığına aydınlatıyor. Bunu, zihnimiz geçmişte ya da gelecekteyse, yani şimdiye konumlanamıyorsa kaçırıyor; aynı dertlerle boğuşup duruyoruz.

İşte bana göre bu spot ışıkları diyebileceğimiz şeyler birer işaret!

Son yirmi altı yıldır yaşamı bu eksende okumaya çalışıyorum. Evreni sevgiyle kucaklayan düşünce sistemleri mi dersiniz, Yaratıcının etkili şekilde kaleme aldığı Kutsal Kitaplar mı dersiniz, gönül mü dersiniz; hepsinin kendimce bir ucunu hissetmeye çalıştığım oldu, olmakta. Ancak çoğu kez tüm bu enfes öğretilerin kaynağındaki öz noktası olan An'da yaşamayı başaramadım. Zihnim, çocukluk kodlamalarının etkisiyle geçmişe; yani pişmanlıklara ya da geleceğe yani endişelere odaklanıp durdu yıllarca. Bu şekilde de yüzlerce hata yapmış oldum. Alttan yaşam dersleri aldım. 

Bazen de işaretleri iyi okudum; bu kez de yaşamın ödüllerini görmüş oldum.  

Ender yakaladığım netlik anlarında kafamın içinde yine kendi gönlüme dönüp de sorduğum sorulara o an hep doğru yanıt aldığımı fark ettim.

Bu yanıtlar kimi kez bir reklam panosuyla, kimi kez bir şarkı sözünden, kimi kez birinin tam o anda onaylayıcı yanıtıyla veya gizemli eşzamanlılıklarla geldi  Tuhaf ama hiç yanıltmadı beni. En sevindiğim anlar ise orda burada kalp şeklinde cisimler, izler, şekilli su damlacıkları gördüğüm hatta kalp şeklinde yaprak bulduğum o özel anlar! Gökyüzüne bakıp içtenlikle 'ben de seni seviyorum' diye haykırdığım anlar...  

Bu tip durumlara bir örnek vermem gerekirse; 1996 yılında büyük bir kitapçıda dolaşıyor ve beni benden iyi Bilen'e o an için hayatımı olumlu yönde değiştirecek bir kitap soruyordum. ‘Lütfen’ dedim, ‘bir işaret yolla’. Sonra istemsiz bir şekilde elimi, rafın bir iki santim açığından gezdirmeye başladım. Tam o anda bir tezgâhtar diğerine ‘evet’ diye seslendi. İçimde ani bir sevinç dalgası oluştu. ‘İşte bu’ dedim. Elimi o an üzerinde gezdirdiğim kitabı tutarken buldum ve hemen kalbime bastırdım. Adı: Hayatınızın Amacı idi. Dan Millman’ın doğum tarihine göre nümerolojik olarak yapılandırdığı o müthiş eseri…

Yirmi beş yıldır, onlarca kişide keskin tespitlerini görmüş olduğum bu kitabı youtube kanalımızda, video makalelerin haricindeki ayrı bir oynatma listesinde açıklamalı bir biçimde okumayı düşünüyorum. ( Eğer siz de isterseniz tabi.)

Görmek ve gelişmek isteyene işaretler her yerde var, bütünü ve sevgiyi yansıtan her cevap ana kaynaktan gelmiştir. Karanlıkta bırakmayan her yüce eserle filin bütününü görmek ve tatmin olmak kesinlikle mümkündür. 

Peki, işaretin işaret olduğunu nasıl anlarız?

Aldığınız cevap içinize siniyorsa ve gönlünüze nedensiz sevinç geliyorsa doğru yoldasınız demektir!

Benim geliyor; bilhassa bu kanalı açıp da sizinle tekrar iletişime geçtiğimden beri adeta çocuklar gibi şenim!

Ayrıca;

Hepimiz birbirimize ayna tutan birer işaretiz, söylediklerimiz, yaptıklarımız, hissettiklerimizle resim gibi, yazı gibi kainat kitabına an be an nakışlanıyoruz. İş ki saf sevgi gibi muazzam bir duygu sarsarak çıkarsın bizi zihnimizin tutuklu kaldığı o hapishaneden ve iş ki bu yaşamımız birliğin o içten mayasıyla yaşanmaya değer olsun. 

Özetlemem gerekirse; kitap kainatsa bizler de o kıymetli Hattat'ın elinden çıkma birer harfiz. Buraya neden geldik, en ustaca ne yapar işaretleri nasıl okur, hangi harflerle yakınlaşır, nasıl kelimelere dönüşür, hangi cümlelere vesile oluruz? Yani nasıl daha verimli oluruz? İşte bu sorular sorulmalı! Birlik ve Sevgi eksenli çevirilerdeki mukaddes metinler aranıp bulunmalı  ve konsantre formüllü, milyon tane işarete oralardan ışık tutulmalı.

Çünkü işaretler her yerde! Dan Millman ustanın kitabı bunu bulmamız için önemli kaynaklardan, işaret fişeklerinden sadece biri. Örneğin benim 'kitaba göre hayat yolu rakamım 28/10; yani yaratıcı enerjimi, sezgisel yeteneklerimle ‘başkalarının’ hizmetinde kullanma, otorite ve şefkatle yol göstermek için bu dünyadaymışım. 

Şu 'Hakiki Otorite'yi gerçek mânâda, geç de olsa fark etmemiş olsaydım, O bana şefkatle yol göstermemiş olsaydı; her şeyi bildiğini sanıp marifetmiş gibi yaşamda slalom yapanlardan olmaya devam edecektim. Hissediyorum ki içimdeki yol artık dışarıdakiyle örtüştü, raylar hizalandı, yaşam treni sevinçle kalktı ve sefer nihayet başladı.

Günümüz, ömrümüz bereketli, sevdamız bütün için kıymetli olsun!

Elif Dila Kömürgöz

09 Haziran 2021 - Çarşamba

7 Haziran 2021 Pazartesi

'BENZEMEZ KİMSE SANA' Video Makalesi

 Selamlar;

Burada yayımlanan son blog yazımızın video makale olarak düzenlenmiş hâlini aşağıda bulabilirsiniz.



3 Haziran 2021 Perşembe

BENZEMEZ KİMSE SANA!


Geçen gün çok kıymet verdiğim bir dostumla sohbet ediyorduk. Konu benzerliklerden açılınca bana da çok doğru gelen bir şey söyledi:

 Artık özgünlük neredeyse kalmadı, çoğunluk bir diğerinin kopyası gibi olmuş ya da olmaya çalışıyor’ dedi özetle… 

Öyle haklı ki ben de bir sonraki ilk blog yazısında kendisinin verdiği bu ilhamı işaret olarak değerlendirip bu konuyu ele almak gerek diye düşündüm.  

Hep bilinir ve söylenir ya; yaratım olağanüstü özgünlükte ve seçenekte daim süregelen bir sistem. Yaratıcı, hangi adla onu yâd edersek edelim, sınırsız hayal gücü ve bilgeliğiyle sonsuz gen ve modelleme kombinasyonunu işletime sokarak her şeyi tek ve biricik yarattı!

Bu, öyle bir cümlede geçiştirilecek bir şey değil aslen! 

İki kar tanesinin bile birbirine benzemediği bir sistematik söz konusu.

Peki bu ne demek?

Bu eşsiz ve biricik olduğumuzun kanıtı. Düpedüz özgünüz! Her birimiz apayrı birer sanat eseriyiz!

Tam da bu sebepten kimseyle kıyaslanmamalıyız! Yeteneklerimizi define arar gibi arayıp neyi kendi, biricikliğimizi ortaya çıkararak yapıyorsak onu bulmalıyız.

Süreç içinde bu özgün aktivite damarını bulana ve ona güvenene kadar yalpalayacağız, saçmalayabileceğiz elbette. İnanın bunlar bile bize has ve özgün olacaklar. 

Peki bakalım Albert Einstein bu konuda neler söylemiş:

'Aslında herkes dâhidir. Ama siz kalkıp bir balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirecektir.' 

Ben de dahil olmak üzere tanıdığım çoğu kişi bu kıyaslama hatasını işledi. Kendimizi başkalarıyla, başkalarını başkalarıyla, başkalarını kendimizle, çocuklarımızı başkalarının çocuklarıyla kıyasladık durduk.

Oysa benzersizdik! Boşa bir eylemdi kıyaslamak, ya da illa birine, bir şeye benzemek için uğraşmak!

Sadece bunu göremiyor, kendimize sahip çıkıp bize bu donanım ve yazılımı Aktarana teslim olmuyor, O’nun bize inceden bir güzel yol çizmiş olabileceğine de güvenemiyorduk. 

Hep bir koşuşturmaca, hep bir şeylere yetişme gayesiyle kendimizi hırpalayış, hep arızaya bağlayış! Sonra içimizdeki o ‘hârikulâde Öz'ü’ bulma gayreti zul geliyor ve kolayına kaçıp yapay bir idol seçiveriyoruz. Bazen de reklamların etkisiyle o kişiler ve yaşam tarzları bize adeta 'bulduruluyor!!!'😦 

Gözlerimizi fal taşı gibi açıp 👀  ‘Ben onun izlediğini izler, ona benzer, onun gibi giyinir, onun gibi düşünür ve yaşarsam belki de onun gibi makbul biri olurum’ tarzındaki hatalı kodlamalar yapıyoruz. 

Bu insanlar için de toplumlar için de böyle! Hem özgün kalıp hem de farklılıklarımızla sevilsek tam ideal olurdu kanımca.

Hani bugün vefat yıldönümünde andığımız Nazım’ın ‘Yaşamak Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine’ dediği cinsten. 

Tüketim toplumlarındaki aksaklıklar medyayı ve algıyı yönetmeleri ekseninde gelişiyor. 

Barbie’lere, Ken'lere kodlanan 'modern' çocuklarımız bir kampta yetişirken diğer yanda cehaleti savunan silahlardan, medet uman bir yeni yetme nesil geliyor. Bambaşka bir kampta ise çocuklarımız boğazına dek namus ve tırnak içinde 'din' adı altında bağnazca prangalanabiliyor; ''yurt' adı verilen yerlerde onurları hiç edilebiliyor.

Borç ödemekten sıtkı sıyrılmış, iki kişi çalışıp televizyonları dadı tutmuş ebevenyleriz ve farklı kanallarda büyütülse de benzeş bir nesil geliyor: Ayrılıkçı! Yek diğerini kınayan! Öyle böyle kamplaşılsa da her mahalle kendi yapısına ters düşmemek, birbirinin aynı olmak, aykırı düşünüp yaşamamak zorunda. Yoksa kurt kapar maazallah! 

Ülkeler ve kültürleri yozlaştırılıyor. Hem biricik hem de dünya kültürüne ayak uydurmuş kendi rengini savunup yansıtan bir prizma istenmiyor bu pragmatist düzende. Dünyanın küçük bir köy olması birlik ve kaynaşmak açısından elbette çok iyi,  bununla birlikte her bir kültür aynı tür bir potada eriyerek kendi özelliğini asimile edip kurban vermesin artık!

Tehlikeli bu bence!

Biz bu kanalda felaket tellallığı yapmak için bulunmuyoruz. Doğrudur! Ancak varsa bir durum, bunu da sezinliyorsak söylemeli ve önlem almalıyız. 

Şimdi toparlayacak olursak:

Kimse bize benzemez biz de kimseye ama biz bize tabiri caizse dayatılan  'genele' benzemek için kıvranmaz isek özgün bir renk olarak bütüne daha çok katkıda bulunuruz. Kendimiz olmaktan utanmayalım bence!

Kültürel açıdan bir diğerini yok sayıp asimile etmeden, kınamadan, onun doğrularını yadsımadan, onun da özgün yanlarını ortaya sermesine izin vermemiz, kimseyi yargılamamamız
ve kıyas konusunu yaşamımızdan çıkarmamız gerek. 

‘Benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım,

Gönlünden süzülen anlayışına kurban olayım’ diyerek, bu enfes şarkı sözünü de hafif tertip tornistan ederek konuyu sizin yüreklerinize ve yüce idrakinize havale ediyorum. 

Günümüz, ömrümüz bereketli, sevdamız bütün için kıymetli olsun!

Elif Dila Kömürgöz

03 Haziran 2021 - Perşembe


1 Haziran 2021 Salı

VİDEO KANALIMIZ 'NİTELİKLİ HAYAT' YAYINDA!

 Merhaba,

Bloglarımızı ve benzeri içeriklerimizi görüntülü olarak yayınlayacağımız video kanalımız açıldı. 

Eşim Gökhan Kömürgöz sağ olsun videoları düzenleyip bana bu konuda destek oluyor.

Sevgilerimle aşağıda kanalımızın linkini paylaşıyorum.

Nitelikli Hayat Youtube Kanal Linki

MERHABA!

Bu mecradan sizlere ulaştığım için çok mutluyum.  Hayat akarken topladıklarımızı paylaşacağımız bir platformda yine birlikteyiz. Sizlerle fa...