13 Ekim 2024 Pazar

İÇ HABERLER MERKEZİ

 



Bugün sesli makalemizde hayatın bize yansıttığı şeyleri ve bunları algılayışımıza göre nasıl başka kapılar açılacağını veya açılmış olan kapıları algılamamızın olumlu olup olmadığındaki değişimleri görmeye çalışacağız.

Evet, biraz karışık bir giriş oldu farkındayım. Şunu kast ediyorum. Televizyonlarda, gazetelerde bir kısmına şahitlik ettiğimiz Dünyamızı sarmalayan olumsuz pek çok olay var. Hayatın gerçeklikleri olarak adlandırıldığında bunlar bizi bir sonraki aşamada olumsuza doğru yönlendirebiliyor biliyorsunuz ve bu da bir kısır döngüye sebep oluyor. Biz dışarıya bakıp olumsuzu gördüğümüzde içeriye bakıp o umudu bulamıyoruz ve dışarıya da o duyguları salgılayamıyoruz haliyle. O umudu yeşertemeyip dışarıdaki dünyayı düzeltemediğimizde içimizde de karamsarlık oluyor ve bu sefer maddi bedenimizde kısıtlamalar yaratıp düşüncelerimizle hastalıklara sebebiyet verebiliyoruz.

Şimdi daha doğru anlaşılmak niyetiyle bu iki paragrafı biraz daha açmak isterim. Maddi düzlemde dışarıda bir sıkıntı ortamı var; ancak bunun neticede, toplum bazında içimizdeki sıkıntıların dışavurumu olduğunu artık görebilmemiz gerekir. Dış için aynasıdır. Demek ki insanlık nasıl bir dibe vurmuşluk içerisinde ki dışarıda savaşları, hastalıkları, korkunç kötü olayları, zulmü yaratıyor. Biz içeriyi düzeltip o gönül dünyamızı sağaltmamız, mamur etmemiz, zenginleştirmemiz ve sağlıklı, temiz bir düzleme getirmemiz halinde kalıcı dış cenneti de yaratabiliriz.  Yani esas çalışma içeride oluyor arkadaşlar. Biz dışarıya çok fazla yıkıcı yüklem sızdırdığımızda ‘dışarı’ bunu artık kaldıramaz bir hale geliyor; ‘içeriyi’ düzeltmediğimiz sürece de kalıcı temizlik yahut şifalanma olmuyor. İçerisi düzenli ve temiz olduğunda dışarısı da otomatik olarak düzene giriyor. Bireysel yaşamlarımızda bunu zaten yaşayanlarımız, pratik edenlerimiz mevcut. Bunu kolektife, topluma uyarlamamız gerekiyor.

Yöntem ne olmalı derseniz şayet, bence birazcık haber detoksu yapmamız şart! Mesela bana dış haberler ancak sağır sultan duyduğunda geliyor. Ayrıntılarda gönül gezdirip, acının duygusuna aşırı girip zihnimi bulandırmamayı seçiyorum şimdilerde. Bir şeyi duymuş olup olmamak o şey hakkında yapıcı olmaksızın, çözümsüzce konuşmak zorunda olmak o düzlemi şifalandırmıyor, bilakis şikayet yahut üzüntü hükmünde alanımızı daha da içinden çıkılmaz hale getiriveriyor. Yani o şeyin yayınladığı olumsuzu artırıyoruz. Birini fanatikçe tutup bir diğerini kötülediğimizde de olan ister istemez düaliteden yani ikilikten beslenen bu yıkıcı düzenin tuzağına düşmek oluyor.

Bir insan ya da bir durum hakkında nefret içerikli konuşmalar o anda bizi tatmin ediyor olabilir ama gerçek anlamda dünyamıza hiçbir hayrı dokunmadığı gibi hem bizim duygu ve zihin alanımızı kirletir hem de aslında sorunun kendisini daha çözümsüz hale getirir. Biraz daha açarsam bir nevi dedikoduya düşüyoruz. Evet, ekonomik çöküntü, savaşlar, zalimler, sapıklar, katiller, hayırsız uğursuz, hırsız takımı, çirkeflikler yok mu? Var! Ama şu da gerçek ki bunları görüp konuşmakla kendi kurban bilincimizi körükleyip zalime daha çok açık kapı yaratıyoruz. Çünkü biz kendimizi dengeli olana, sağlığa, birlik bilincine, berekete uyumlayamadığımız; bunlara içimizde odaklanamadığımız için dışarıda da bu ekran açılamıyor.   

Yani gerçek temizlik, gerçek iyilik, gerçek aktivizm, gerçek şifa, gerçek bolluk bilinci, zulme gerçek müdahale bir bir, tek tek içimizde de bunlara uyumlandığımızda olacak. 

Gerçek haber ise; içimizin, zihnin düzenlenip, çerçöpten arındırılıp dışarıya pırıl pırıl yansımasının dışarıdaki düzlemi de etkileyeceğinin haberidir. İşte bu kadar basit bir şeyi, zihnimiz basiti görmek istemediğinden ıskalıyoruz. Duygularımızı elimizdeki dijital oyuncaklarla tanıyanlar bizim algımızı da haberler vesilesiyle yönetebiliyor. Ne yazık ki bu çirkeften çıkamadığımızda artık hareketimizi sınırlayacak bir katranın içine batmış olabiliriz. Lütfen bilincimizi yükseltelim, farklı bir açıdan da bakalım, dışarıda yaşanan her türlü olumsuzluğa rağmen yine de olumlu bir tutum içinde kalalım. İçerideki hakikat gücünün, rahmani gücün bunu değiştireceğinden artık emin olarak en azından toplumun gazıyla yorumlar yapmayalım, içimizi yapılandırarak safımızı önce kendimize gösterelim. Elbette yine gerekli davayı güdelim, dışarısı için de çalışalım, kadınlarımız ve haycanlarımız için gereği neyse yapalım lakin bu hasta toplumu kalben yargılamadan, karşı taraf olarak görmeden, nefret duygusunu katmadan, sadece içten gelen dengeli haberlere kulak asarak ceza mekanizmasını ustalarına bırakarak! 

Böylesi bir tatmin düzlemine daha çoğumuz gelirsek, dışarının, toplumun savaş ve dedikodu düzleminden uzak kalarak içte ve dışta bir arınmaya, temizliğe girersek ve şükürde kalırsak 100. Maymun fenomeni devreye girecek ve sihirli bir şekilde dışarısı da o vakit şifalanacaktır.

Tüm olan bitene rağmen dengede kaldığı için gülümseyen insanları çoğaltalım ki içeriden çözüme yönelik ilhamları da rahatlıkla alabilelim.

Karanlık ile mücadelemizde, kendi karanlık taraflarımıza ışık tutarsak ve onları da olduğu gibi görüp şifalandırırsak galip gelebiliriz. Bu da öz şefkat ile olur. Öbür türlü sistem, korku bayrağı çekerek,algımızı  her alanda yönetmeye devam edecek. Bizi uyandırmak için şehit olan canlar, zulm görenler devam ederken, öze bakıp da değişmezsek bu terane de böyle sistemin isteğince sürüp gidecek ne yazık ki! Bırak yahu; dışarıya yeterince güç kaptırmadın mı? İçeriye gel. İç haberler merkezini takipte kal!  

Şifa olsun diyerek...

Elif Dila Kömürgöz

09.10.2024 

15 Şubat 2023 Çarşamba

DEPREM VE UYANIŞ

DEPREM VE UYANIŞ 

Selamlar;

Yine uzun bir aradan sonra birlikteyiz. Bu kez yılların heyecanını sizlerle paylaşacaktım ki memleketimi derinden yaralayan bu felaketler meydana geldi. Ard arda depremlerle sarsıldık, yıkıldık; basiretsizliklerle savrulduk ve imkânsızlıklarla kahrolduk. Her birimizin içi yanıyor, yüreği dağlanıyor! Geçmişler olsun, başımız sağ olsun. Yaralarımızı tez zamanda sararız inşallah.

Geliyorum diyen koca koca ayak seslerini duyamadık.

Aymazlık ettik. Erteledik, görmezden geldik. Tek tek her birimiz kısmen de olsa suçluyuz.

Uyananlar uyandırmadı, ya da sesi yetmedi uyandırabilmeye.

Günler, yıllar yetmedi yeniden şehirlerimizi ve manevi iç dünyamızı sağlamlaştırmaya…

Biliyorum, “Hani bardağın dolu tarafı?” diye geçiriyorsunuz içinizden. Damağa önce acı bir tat gelmişse bu bilgiyi de öylece tarihe düşmek gerekir kanımca. Burada olup da dua ve bağışlar hariç elden bir şey gelmemesi ve koordinasyonsuzluklar nedeniyle hazırlıkların tam olmamış olması öyle üzücü ki her defasında aynı sözlerin temcit pilavı gibi soframıza gelmesi ve basiretsizliğin devam ettiğini bilmek korkunç.


Diğer yandan insanların tüm bu felaketin etrafında saf niyetleriyle bir araya gelip ellerinden geleni yapmaları ise işin alt notada umudu yayan tadı, kokusu ne iyi ki.

Yıllardır neredeyse tüm ömrümü bu birlik ve sevgi dokusunu anlatmaya adadım. Yazdıklarımı yarı otobiyografik yarı kurguyla birleştirip kitap oluşturmak da henüz nasip olmuştu. İşte tam birlik ve sevgiyi anlatmış ve paylaşmanın zamanı gelmişken yüce sistem bu ikiliyi tüm ahaliye acı bir yoldan da olsa anlattı. ‘Mühlet verilmiş olan’ da bu ortamı çıkarı için yine değerlendirmeyi bildi ne yazık ki!

Ayrım yapmaksızın ve koşulsuzca sevebilmeyi başardığımız zaman; içimizde kin nefret biriktirmeden cem olduğumuz zaman barış zamanlarının saf coşkusuyla dolmak nasip olacaktır.

Çıkış cem olabilmekte, birlik olabilmekte ve arındırılmış bir kalple sevebilmekte gizlidir. Mühlet verilmiş olanın karşısında korkusuzca dikilebilmekte ve saf inançla kapıları açabilmekte gizlidir.

İşte bu zamanı bir tırtılın kanatlarını beklediği gibi özlem ve sabırla bekleyip toplumca, topluca ehlileşebilirsek, buradan, Anadolu’dan yayılan sevginin nelere kadir olacağını,  işte o vakit yedi düvele gösterebileceğiz nihayet.

Depremler önce içimizde, ilişkilerimizde başlıyor. Önce titreşimlerimizle, öfkemizle kendi toprağımızı örseliyoruz sonra havaya, suya sıçrıyor bu sıkıntılar. Önce birey birey kendimizi gerçekleştirmemiz, farkında olmamız ve sonra el ele BİZ olmayı başarabilmemiz gerekiyor. Mal - mülk birer masal olup yitip gitmekte; kendi özümüze yatırım yapmamız ve ruhumuzu göçük altından kurtarmamız artık elzem olmuştur. 

Dört yıl evvel bu gayeyle kaleme alıp da ancak yeni basım aşamasına getirebildiğim bu eser, bize birlik ve sevginin tatlarını şifa ile sunmak niyetiyle yazılmıştır. 

Yıllarımı verdiğim ve birazdan arka kapak yazısının bir kısmını okuyacağınız bu kitapta tırtılın dönüşüm hikayesi saklı. Arka kapağındaki satırlar ise şöyle:

Kitabın sayfaları, gönlün yelkenlisine yüklemiş umutları ve konuklarını açmış enginlere

Kahramanlar, anımsayarak özlerini, alarak ışıktan biletlerini, binmişler yelkenlimize

Topluca, el ele gelişmek için vira vira demir almışlar açıklara doğru

Gönül yelkenlisi, onları kanatlandıran bu içsel yolda dalgalarla savrulsa da

Gözlerini ufuktaki özgün ve özgür yarınlara çevirmişler bir bir…

Kanatlarını özleyen, şifalanmak ve dengelenmek isteyen talipler, Gülfem Yolcu’nun yönettiği ‘Tırtılın Kanatları’ adlı ruhsal ve kişisel gelişim seminerleri aracılığıyla çıktıkları bu yolculukta köklü dostluklar kurmuşlar. Kendim Kasabasına uğrayarak yol için manevi azıklarını toplamışlar, eşsiz doğalarını seyre koyulmuşlar.

Evet canlar;

Her birimiz korkmadan, yüreklice sorunların üstüne gidip, üstesinden gelecek birer cesur kelebek olalım ve başımıza her ne gelirse gelsin, dersini alıp toparlayıp, kendi rengimizi yansıtıp onun da üstesinden gelebilelim inşallah. Depremlerin, yangınların, afetlerin içinden geçip demlenip özümüzle tanış olabilenlerden olabilelim.

Yaralara iyi gelecek iki merhem varsa bunlar hiç şüphesiz sevgi ve birlik merhemleridir.

Naçizane bu kitapla bu merhemleri harmanlamaya niyetlendik, onu edindiğinizde kalbinizin üzerine götürüp şifaya ve huzura siz de niyette bulunmayı unutmayın. Niyetimiz ve Yaradan'ın gayretimizi görmesi çok ilahi kapıyı açacaktır. Mühlet verilmiş olanın ise inancın saflığının karşısında durması imkansızdır!

Biliyoruz ki en karanlık zaman aydınlığa en yakın olunan zamandır. Birlikte tek tek yakalım ışıklarımızı, çıkalım bu yıkıntıların dehlizlerinden biiznillah! "Sesim geliyor mu?" diyenlerin bizi uyandırdığını idrak edelim...

Sevgilerimle;

Elif Dila Kömürgöz - 15/02/2023 - Ataşehir.

Kitap Hakkında Link

Diğer Link

27 Eylül 2022 Salı

DUYGU GÜNCESİ : YUMUŞAKLIK



 



Yumuşaklık


Kalbi yumuşak insanlar

Saf görünürler dışardan

Aptal mânâsında algılanan

Oysa o saflıkla korunurlar gayb tarafından

Kalelerdeki ‘akıllılar’ ne anlar ki bundan…

 

En ufak bir söylentiyle, etkilenen sert mizaçlılar

Eğilemediklerinden kırım kırım kırılırlar çektikleri sert enerjilerden

Madem sen güzel koruyorsun aklınla kendini

Buyur al önlemini der her şeyin Tek Sahibi

 

Yumuşaklık verir çehreye

Teslimiyet duygusu

Zira nereden gelirse gelsin sorun

Su, kaldırır ruhumuzu


Elif Dila Kömürgöz

27/09/2022

23 Eylül 2022 Cuma

DUYGU GÜNCESİ - SİTEM

  

DUYGU GÜNCESİ

SİTEM



Bazı günler ne yapsanız boştur ya, bir hüzün dalgası dolaşır sisteminizde. Biri, bir şeyler tetiklemiştir kaynağı; yani yine bizde olan olumsuz mini bataklığın akışını. Karanlık yönü vardır ya her birimizin. Biri veya bir şeyler ayna olur hortlatırlar ya o kaynağı. Minik de olsa sizden olan o olumsuz bataklığı; işte öyle bir şey…

Bu günce asıl kendimin o yanına sitem olsun diyorum.

Neden mi? O bataklığı kabul edip kurutamadığımdan belki. Tertemiz olmak marifet gibidir ya. Hep çabamız tertemiz yaşayıp tertemiz gitmeyedir ya. Oysa dengeni bir şeyler bozuyorsa kendine ve dışarıdaki tırnak içindeki yansımana sövmek falan istersin. Kusursuzluk Yaratıcının kendisine ait! Belki diyor ki “Bırak minik bataklığını fark et, hatta kabul et; ondan sonra yüzleş o kendi kendine kuruyacak. O bile fark edilmek istiyor sanki…

Yani fark edilmek istemek nasıl dikkate şâyân, değil mi? Var olmanın, ‘illa ben buradayım, ilgi verin bana’ adlı versiyonuna sitemlerimi sunuyorum.

Kusursa kusur. Seni kabul ediyorum ey kusur. Sen de oradasın. Sobeee görüyorum seni.


Biliyorsun, oysa bilmek yetmiyor. Yaşama geçirmek gerek bilgiyi. O hâle bilgelik diyorlar işte. Gerisi kuru laf oluyor. Bazen kendimi sanki eşeğin taşıdığı gibi yükleri sırtlanmış, yorulmuş bulmam bundan mı? Hâl edemediğimden. Belki öyledir.

 

Oh be kusur seviyorum seni. Mükemmel olma çabası gülünç geliyor zaten. O daha yorucu…

Şimdi fark ettik kusurları. Örneğin; kibirli veya ukala buldum birini. Hâl ettim ki minik de olsa bende de var.

Veya yalancı buldum birini. Düşündüm ki ben de kendime yalan söylüyorum kimi kez.

Ön planda olmak isteyen yanımı yadsıdım, otoriteyi kınadım kimi kez. Oysa o kusur da hep oradaydı. Ona da sobe.

Işığı arayanların karanlık yönü bütünümüzü sevmeden görünür olmuyor.

Bu sitem de sevgimden doğuyor.

Haydi elma dersem çık armut dersem çıkma karanlık yönlerim. Oyunlarla temizlenelim.

Elmaa, elmaa!

22 Eylül 2022 Perşembe

DUYGU GÜNCESİ : AYNA

 


DUYGU GÜNCESİ : 

 AYNA

Merhaba canlar, 

Uzuuuun bir aradan sonra yeniden klavye başındayım ve günün duası bugün şöyle akıverdi:

 

İyilik ömrümüzün incisi ola

Dürüstlük en ana gayemiz ola

Günün geri kalanı, ömrün geri kalanı verimli ola

Dostlarla güle oynaya

Dantel dantel oya oya bir yaşama sevdamız ola

Hepimiz birbirimize aynayız. Bir düşünün ki kime ne söylediysek bizde olmasa görüp söyleyemezdik. Olumlu ya da olumsuz geri bildirimleri bir de bu kulakla dinlersek bu oyunvari yaşam dershanesinde sınavlardan geçeriz.

Belki o kınadığımız haslet bizde eser miktarda vardır. Biz onu yok sanıyoruz, dolayısıyla ahlaki bir ahkâm kesme hakkını görüveriyoruz kendimizde. Oysa bir fark etsek ki  “Miniminnacık olumsuz davranış ya da değer kalıbı bile bizde olmasın.” diye bir vakit niyette bulunmasaydık o senaryo karşımıza çıkar mıydı?


Hadi basitleştirmeye çalışarak şöyle bir örnek verelim: Belki her seferinde yalancılarla sorunumuz olup duruyor. “Eee, aynaysak biz de mi yalancıyız yani?” diyorsunuz. Evet; biz belki başkasına değil ama kendimize öyle yalanlar söylüyoruz ki; söylemesi uygun düşerse şu kul hakkını aslında kendimize yapıyoruz. Kendimize sözler verip cayıyoruz, ya da aklımız karışıkken söylediğimiz şeyleri unutuyoruz. Aslında kelimeler öyle önemli ki hiç yok olmuyorlar. Biz onlardan sorumluyuz. Biz onlarla şekilleniyoruz. Dahası onlarla anı ve geleceği inşa ediyoruz. Şimdi kendimize karşı da yalan söylememeye çalışıp o değerleri uygulamaya soktuğumuzda artık sistem gözümüze sokarcasına yalan söyleyen insanları peşimize takmayacak. İçimizde bir kainat olduğunu ve tek başına da değerli olduğumuzu bir bilsek kendimizin hakkını bunca yer miydik? Kendimizi bunca üzer miydik?

Bu çeşit ‘Mecazi Aynalar’ kıymetlidir. Onlar bize aslında bizi, bizim kör noktalarımızı gösterirler. Öyle veya böyle yaşamlarına şahitlik ettiğimiz insanlar ve canlılar bizdeki şeyleri görünür kılan mücevher kıvamındadırlar. Onları kırmadan onlara bizzat veya içimizden söylediklerimizi kendimize söylüyor gibi düşünsek içimizdeki o kör noktalar nasıl da aydınlanırdı değil mi?

Bahsettiğim gibi bu senaryolarda bizim 0-6 yaş aralığında istemsizce duyup kök inanç şeklinde benimsediğimiz kelimeler, doğru bellediğimiz davranış kalıpları ve bilinçli olarak yaptığımız niyetler de etken olmakta. O niyetlerle ve hakikat sandığımız oysa göreceli olan doğrularımızla, o aynaların yaşamımıza ders niteliğinde girdiği de muhakkak. Bunu açmak da bir başka günün duygu güncesi olsun.

Sevdiklerinizle sevgiyle kalın.

Elif Dila Kömürgöz

22/9/22

(atarken fark ettim ki tarih bile ayna metaforunu aksettirmiş bugün :) )

 

 

 

MERHABA!

Bu mecradan sizlere ulaştığım için çok mutluyum.  Hayat akarken topladıklarımızı paylaşacağımız bir platformda yine birlikteyiz. Sizlerle fa...